15 Ağustos 2011 Pazartesi

BATI’NIN “ZEHİRLİ” DİYE ALMADIĞI ÜRÜNLER PAZARDA KAPIŞ KAPIŞ!


İhraç Fazlası Zehir!

Kimyasal maddelerin üretimi dünyada çok sıkı denetim ve kontrol mekanizması altında gerçekleştiriliyor. Ama ülkemizde piyasaya sunulan ürünlerdeki kanserojen ve toksik maddenin haddi hesabı yok. Türk Tosikoloji Derneği Genel Sekreteri uyarıyor: “Kimyasal madde üreten firmaların sadece yüzde 30’u denetleniyor!”


SGS (Supervise Gözetme EtüdKontrol Servisleri) günlük yaşamda kullandığımız pek çok ürün yanında ağır sanayi ve kimyasal madde üretimine kadar pek çok sektörde analiz çalışmalarını yürüten, dünyanın hemen her ülkesinde laboratuarları olan uluslararası bir kuruluş. Firmanın sahip olduğu yüksek teknoloji imkanlarını şu örnek yeterince anlatıyor: Geçen yıl Londra’daki metrolarda gerçekleşen patlamaların ardından bulunan bomba parçalarını araştıran SGS uzmanları laboratuar analizi sonucunda bombanın nerede imal edildiğini buluyor! Firmanın 1933’den bu yana hizmet veren Türkiye’deki laboratuarlarıysa her ne kadar bomba analizi için kullanılmasa da günlük yaşamımızda sürekli temas içinde olduğumuz gizli bombaların tespitinde oldukça başarılı. İstanbul dışında Mersin ve Gebze’de de laboratuarları olan SGS, müşterileri için başta tekstil olmak üzere kullandığımız bir çok ürünün içeriğindeki insan ve çevre sağlığına zararlı kimyasal ve toksik maddeleri araştırıyor. “Hiçbir şeyi yoktu birdenbire kanser oldu ve öldü” cümlesinin çevrenizde ne kadar çok kullanıldığını bir düşünün” diyor SGS laboratuar Müdür Nadin Hacerestunç. “Aslında hiçbir şeyi yoktu değil, çok şeyi vardı. Belki de vücudunda uzun zamandan beri zevkle giydiği kıyafetinden bulaşan azo, kanserojen boyar madde; çok severek yemek yediği takımından yayılan kurşun ve kadmiyum; büyük tat alarak tükettiği gıda maddelerinden aldığı benzen, pyrene veya PAH (Poli Aromtik Hidrokarbon) onu sona götürmüştü.” Tabi bir de bu ürünlerin üretiminde kullanılan kimyasallar hiçbir denetimden geçmediyse, her toksik madde için belirlenen limitler kat be kat aşıldıysa o ürünlerle birlikte hayatımıza nüfus eden kimyasallar da serseri mayın gibi çevremizde dolanıyor. Hacerestunç, her an tehlike yayan bu kimyasalların kullanımının aslında birçok direktif ile yasaklanmış veya sınırlandırılmış durumda olduğunu ekliyor sözlerine. “Hayatımızın her anında kullandığımız oyuncaklar, giysiler, mutfak gereçleri, kozmetik ürünler, deterjanlar, temizlik maddeleri, elektronik ve elektrikli aletler ve buna benzer günlük kullanım gereçleri ihraç edilecekleri zaman ilgili ülkenin kanunlarının gerektirdiği şekilde zararlı kimyasallardan belirli limitlerde arınmış olmak zorunda.” Ülkemiz de Avrupa Birliği’ne adaptasyon sürecinde konuyla ilgili bir çok standardı kabul etti. Ama iş uygulamaya gelince… “Üretici firmalar, ürünleriyle ilgili gerekli testler için sadece ihracat yapacaklarsa bize başvurup,ürünün istenilen standarda uygunluğunu analiz ettiriyor. Ama ne yazık ki yurt içi pazarda çoğu ürün için böyle bir talep yok” diyor Nadin Hacerestunç. Peki test sonucunda yüksek miktarda kanserojen, alerjik ya da sağlığa zararlı diğer kimyasallar içerdiği için istenen kritere uymayan ve alıcı tarafından kabul edilmeyen ürünler ne oluyor dersiniz, imha mı ediliyor? Cevap firmanın Kalite Kontrol Sorumlusu Nazlı Şahin’den geliyor:  “Yakmıyorlar elbet, onları iç pazara veriyorlar. Merter gibi ihraç fazlası ürünler satan yerlerde, pazarlarda satışa sunuluyor. Örneğin biz burada test ettiğimiz ürünleri pazarda çok gördük. Bu konuda herhangi bir denetim, kontrol mekanizması yok!”

Anne sütünde DDT

TTD (Türk Toksikoloji Derneği) Genel Sekreteri Hilmi Orhan da iç ve dış pazara sunulan yiyecek, tarım ürünleri ya da gıda dışında diğer ürünlerde kimyasal içerik ya da bulaşan analizlerinin analitik açıdan güvenilir bir biçimde periyodik olarak gerçekleştirilmesinin çok önemli olduğunu söylüyor ve ekliyor : “Türkiye’de insan sağlığını ilgilendiren kimyasal madde analizleri periyodik olarak değil, ancak gerektiği durumlarda Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi’nde yapılmakta.” Ülkemizde bu uygulamalar sadece Hıfzısıhha merkezlerinde gerçekleştirirken, dünyada çok daha yaygın ve kontrollü şekilde yapılıyor. Orhan durumun vahametini şu verilerle gözler önüne seriyor: “Kimyasal madde üreten, kullanan işyeri sayısı ülke çapında 950 binken bunun sadece 30 bini kimyasal güvenlik açısından denetlenebiliyor.Yani gerekli arıtmaları yapıyor mu, atıklarını işlemden geçirdikten sonra mı atıyor… vb konularında sadece %30 oranında denetim yapılabiliyor.”
Yurtdışında denetim ve kontrol mekanizmaları çok daha sıkı olmasına rağmen yine de toksik maddelerden ve kimyasallardan kaçış yok. Örneğin, güvenlik nedeniyle yanmayı geciktirici özellikteki PBDE’ler, kablolardan, prizlerden, koltuk döşemeleri ve halılara kadar her yerde. Oysa fareler üzerinde yapılan deneylerde yüksek miktardaki PBDE’nin ürolojik ve nörolojik sorunlara yol açtığı kanıtlanmış. Özellikle uçaklarda hemen her kaplamada bulunan ve gün geçtikçe tüm yaşam alanlarımıza yayılan bu kimyasalların insan üzerindeki etkileriyle ilgili çalışmalarsa sınırlı. Tek ümitse bu kimyasalın akıbetinin zamanında mucize toz olarak bilinen fakat özellikle kadınlarda deri hastalıklarına ve meme kanserine neden olduğu tespit edildikten sonra kullanımı yasaklanan böcek ilacı DDT’ye benzememesi. Tarımda böcek ilaçlamasında, evlerde sinekten korunmak için kullanılan kimyasal ülkemizde ancak 1980’lerin sonunda yasaklandı. Etkisiyse hâlâ devam ediyor. Yakın zamanda ülkemizde yapılan araştırmalarda anne sütünde tespit edilen tarım ilacı, GreenPeace’ın 2001’deki bir araştırmasına göre Avustralya sularındaki yunusların, hatta  Kuzey Kutbu’nda yaşayan kutup ayılarının ve eskimoların bile yağ dokularına yerleşmiş durumda.
Günümüzde kullanılan kimyasalların çoğunun geleceğe nasıl bir miras bıraktığı öngörülemiyorken, hali hazırda uygulanan denetimler çok daha büyük bir önem arz ediyor. “Bu sebeple” diyor Nadin Hacerestunç, “Bizim de tüketici olarak yapmamız gereken satın aldığımız ürünlerde kalite ve dayanıklılık aramanın yanısıra kimyasal içerik bakımından da uygunluğunu sorgulamaktır. Üzerimize düşen yurt içi pazarı için üretilen ürünlerde de; ihracat ürünleri için gösterilen hassasiyet ve kontrollerin yapılması için toplumsal baskı oluşturmak olmalıdır.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder