18 Mart 2013 Pazartesi

“Diyabet gelişmeden, önlenebilecek.”

Biraz geç oldu ama yeni aklıma geldi. Bu yıl Vehbi Koç Ödülü dünya çapında bir bilim insanına, Harvard Üniversitesi, Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölüm Başkanı Profesör Dr. Gökhan Hotamışlıgil'e verildi. Bu, elbette bilim insanının ilk ödülü değil; örneğin Harvard’daki ekibiyle “şişmanlık ve diyabet mekanizmalarıyla” ilgili çalışmaları tıp dünyasında büyük ses getiren Hotamışlıgil, 2007 yılında da Amerikan Diyabet Birliği’nin Olağanüstü Bilimsel Başarı ödülünü almıştı. 
Daha önce çeşitil vesilelerle sunumlarını ve konuşmalarını izlediğim bilim insanının çok ses getiren Vehbi Koç Ödül gecesi konuşmasını ne yazık ki canlı olarak izleyemedim ama daha sonra internetten elbette seyrettim. Öncelikle tam bir TED konuşması sayılabilecek sözkonusu konuşmayı izlemenizi öneririm. Ayrıca değerli bilim insanımızla NW Türkiye için yaptığım söyleşiye de bir göz atmanız faydalı olabilir. Aktif gazetecilik yaparken sık sık söyleşi yaptığımız Prof. Dr. Hotamışlıgil'in sözleri hem diyabet tedavisinin hem de gelecek on yılda tıp alanındaki gelişmelerin önsüzü gibi...


Risk grubundakiler, ilaç yerine destek gıda ürünleriyle hastalıklardan korunacak.



Geçen yüzyılda bilim insanları veba, sıtma gibi bulaşı enfeksiyon hastalıklarına çare ararken, bugünün salgını diyabet, kalp rahatsızlıkları gibi metabolik hastalıklar. Bu alanda yaptığı gen çalışmalarıyla pek çok ilke imza atan Harvard Üniversitesi Genetik ve Kompleks hastalıklar Bölüm Başkanı Prof. Dr. Doktor Gökhan Hotamışlıgil, dergimizin ilk sayısında üzerinde çalıştığı lipokin hormonunu nasıl keşfettiklerini anlatmıştı. O günden bu yana Hotomışligil ve ekibi diyabet, şişmanlık gibi kronik hastalıklar açısından büyük önem taşıyan bu hormonun tedavi için kullanılmasına yönelik büyük yol katetti. 



 Daha önce sizin keşfettiğiniz, özellikle diyabet hastalığına çare olabilecek lipokin isimli hormonla ilgili çalışmalar ne aşamada?

Son iki senedir insan çalışmaları sürüyor. Okulumuzun organize ettiği bir popülasyon çalışması var; burada yüzbinlerce kişi 25 senedir takip ediliyor, onların kan, dna örnekleri, hastalık ve sağlıklarıyla ilgili tüm bilgilerin kaydı tutuluyor.Biz bu grupta zaman içinde diyabete yakalanan hastalarda lipokin ile diyabet arasındaki bağlantıyı  araştırıyorduk. Hipotezimize göre vücutta yüksek seviyelerde üretildiğinde bu hormonun diyabetten koruması gerekiyordu. Araştırmalarımız sonunda hipotezin doğru olduğunu gördük. Lipokin değerinin en yüksek olduğu insanlar diyabet geliştirmediğini artık biliyoruz. En düşük olanlar da en büyük riski taşıyor. Yani son araştırmalarımız gösterdi ki düşük lipokin seviyesi diyabet, şişmanlık gibi metabolizma hastalıklarında vücut ağırlığı kadar önemli bir risk faktörü.


Bundan sonraki adım ne olacak?

Şimdi bizim için tedavi grubu, lipokin seviyeleri düşük olan risk grubu. Lipokin düzeylerini
yükselttiklerinde diyabet gelişmiyor ya da çok daha ileri yaşlara erteleniyor. Bu gruptan hasta taramaları yapılacak. Mart, Nisan gibi 100 kişiyi kapsayan bir klinik çalışmaya başlayacağız. Bunun için bir fon aldık, böylece ilacın FDA (ABD İlaç ve Gıda Daiesi) tarafından onay alması için gereken süreçte faz 2 de tamamlanacak. Zaten vücudun ürettiği bir hormon olduğu için yan etkisi, güvenlik problemi de yok. Kısa sürede risk grubundakilerin ağız yoluyla alabilecekleri bir gıda olarak piyasaya sunulabilecek.


Çalışmalar bu kadar hızlı sonuç verdiğine göre önümüzdeki 10 yılda diyabet başta olmak üzere metabolizma hastalıklarına bağlı problemler de çözülebilir mi?

Ben öyle düşünüyorum. Çünkü artık çok heyecan verici şeyler oluyor. Bir çok hastalık için
rahtsızlık daha gelişmeden önce en yüksek risk gruplarını belirlemek çok önemli hale geldi.
Örneğin, TİP 1 diyabette bile yüksek risk grubundaki çocukları, hastalık henüz başlamadan
tespit edebiliyoruz. Bu çok önemli, çünkü bir çocuğa Tip 1 diyabet tanısı koyduğunuzda artık çok geç. İnsülün vermekten başka bir olanak yok. Ya da beta hücrelerini transpile etmek gerekiyor. Oysa son dönemdeki çalışmalar, artık beta hücreleri kaybolmadan önce müdahale imkanı veriyor. Böylece hastanın kendi beta hücrelerini kaybetmemesini sağlayarak, onu hastalıktan korumak mümkün. Şimdi bu risk grubunu yüzde 80-85 oranında tespit edebiliyoruz.


Bu gelişmelerde İnsan Genom Projesi ve diğer gen çalışmalarının rolü ne kadar?

Aslında astım, şişmanlık, diyabet gibi karmaşık hastalıklarda, hastalığı anlamak için sadece
sizin genomunuz yetmiyor. Çünkü bir de vücutta yaşayan milyarlarca bakteri gibi misafirler
var. Onların da genomu bizimkiyle etkileşime geçiyor. Hatta kendi genomumuzdan çok
daha büyük bir genom vücut içinde misafir olarak yaşıyor. Şimdilik insan vücudundaki
tüm genlere bakabiliyoruz. Arkasında proteinler geldi ve sonra da vücudumuzda yaşayan
mikroplar, parazitler gibi misafirlerin genleri incelendi. En son da metabolikler çözülmeye
başladı ki bu çok önemli bir aşama. Çünkü, vücudun tüm reaksiyonlarından sonra geriye
kalanları inceleme şansı elde ettik. Zaten lipokin de bu platformda keşfedildi. İşte bu satırlar üst üste konuduğunda, ekranın çözünürlülüğü artıyor. Bu çalışmalardan da hızla uygulamaya konulacak ürünler çıkabiliyor.


Ürünlerin çoğu diyabet gibi metabolik hastalıklar üzerine yoğunlaşıyor. Bu yüzyılın vebası diyabet mi?

Korkarım öyle. Tahmin ettiğimizden çok daha fazla insan diyabet hastası oldu. 10 sene önce
2010’da 175 milyon diyabet hastası olacağı öngörülüyordu, ama bu rakam 250 milyona
ulaştı. Tahmin edilenin yüzde 50 daha fazlası. 2025’te 375 milyon diyabetli olacağı tahmin
ediliyor, aynı oranda yanılıyorsak yarım milyar diyabet hastası olacak dünyada, bir de saklı
diyabetlileri, doktora erişemeyenleri düşünün. Şu anda dünyada bir numaralı sağlık problemi bu hastalık kümesi. Ama bunların yavaş yavaş çözüleceğini düşünüyorum.


On yıl önceki tahminlerde neden bu kadar yanıldı bilim dünyası?

Sebeplerin başında Asya’da hızla değişen yaşam tarzı geliyor. Sadece yemek alışkanlıkları
değil, yemeğin özü de tarım da tohumlar da ekmeğin içine giren ana maddeler de farklılaştığı için hem yaşam tarzında hem beslenmede son 20-30 yıl içinde muazzam bir değişim yaşandı. Ayrıca Asya’da genetik bir yatkınlık var. Biraz göbek çıktığınıda Batı’dan farklı olarak müthiş bir risk patlaması yaşanıyor. Batı’da aşırı şişmanların bile yüzde 30’u sağlıklı kalabiliyor. Diğer taraftan geri kalmış ülkeler biraz gelişmeye başladığında hemen ortaya çıkıyor bu hastalıklar. Önceden başta Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) olmak üzere tüm yardım kuruluşları enfeksiyon hastalıklarına odaklanıyordu. Ama fark ettik ki enfeksiyon hastalıkları biraz denetime alınmaya başladığında orada da patlıyor metabolik rahtsızlıklar. Dolayısıyla DSÖ ilk defa bu yıl bulaşıcı olmayan metabolik hastalıkları da gündemine aldı. Bönümüzdeki sonbaharda diyabet ve diğer metabolik hastalıklar da sıtma AIDS’e ek olarak ajandaya ekleniyor.


Bu bilgiler ışığında önümüzdeki on yıla damgası vuran şey ne olacak, hangi isimle anılacak bu onyıl?

Bu onyılın adı bence yaşambilimleri olacak. Hastalıklar daha oluşmadan önlemek mümkün
hale geliyor ve hızla uygulamaya geçiliyor. Bir de ilaç endüstrisinde çok değişik bir rüzgar
esiyor artık.Özellikle şişmanlık, kalp rahatsızlığı gibi uzun süreli hastalıklarla ilgili ilaçlar
için risk toleransı çok azalmış durumda. Dolayısıyla büyük ilaç şirketler, bu alnadan el
çekmeye başlası, dikkat edin son zamanlatrda bu hastalıklara karşı piyasaya giren yeni
ilaç yok. Artık denetleyici kuruluşlar, sentetik olarak geliştirilen moleküllerin yan etkileri
konusunda fazlasıyla hassas. Bu nedenle yeni bir kaynak ortaya çıkıyor, lipokin örneğinde
olduğu gibi vücudun kendi içinde var olan ürünler. Belki de 20 sonra bu alanda en avantajlı
şirketler ilaç firmaları değil, beslenme firmaları olacak. Çünkü, risk grubundaki insanlar daha hastalanmadan vücutlarındaki belli mekanizmaları aktiveetmek ya da desteklemek için destek gıda ürünlerine yönelecek.