17 Ağustos 2014 Pazar

Sonum ne olacak, yaşayacak mıyım bilmiyorum ki!

Daha bir ay bile olmadı! İyileşince en çok ne yapmak istediğini sormuştum. "Bilmiyorum ki. Şimdi tek istediğim sağlığıma kavuşmak. Sonum ne olacak, yaşayacak mıyım, bilmiyorum ki!" demişti. Olmadı. 
İşinden olmaktan korktuğu için hiç bir önlem almadan tıkanan kanalizasyonu temizlemek zorunda kaldı. Kaptığı mikrop hayatına mal oldu. Hayat bu, sonunda ölüm var.  Ama daha 28 yaşındayken insan ölümü beklemiyor, hele pisi pisine yaşamından olmayı kimse hak etmiyor. 
İşinden olmaktan korktuğu için hayatından oldu Zafer. 
Hiç birşey yapamadım senin için, hakkını helal etmesen, hakkındır!


ZAFER AÇIKGÖZOĞLU
Yaşı:28
Hastalığı: Karaciğer yetmezliği
“Geçen sene 14 Haziran gecesi yoğun bakım servisinin camlarını silerken, alt katları temizlemek için beni çağırdılar. Yağış nedeniyle kanalizasyon taşınca, laboratuvarı su basmış… Önce odaya girdim, çek baslarla suları çektik. Amirim, lağımın içine girip, kanalı açmamı istedi. Ben de girip, tıkalı kapağı kaldırmaya çalıştım. Bir anda fışkıran basınçlı suyla yere yuvarlandım. Bütün lağım pisliği üzerimden geçti. Bir iki gün sonra o gece kanalizasyonda çalışan kim varsa hastalanmaya başladı. İshal, bulantı karın ağrısıyla acil servise başvurduk birkaç kez. İki hafta kadar sonra durumum daha da kötüleşti. Ayaklarımdan gelen bir sızıyla bulantı ve kusma başladı, bilincimi kaybetmişim.

Çok kilo kaybeden Zafer Açıkgözoğlu, ikinci karaciğer naklini bekliyor. [EREN AYTUĞ]
Gözümü açtığımda yoğun bakımdayım. Karaciğer yetmezliği sebebiyle kadavradan karaciğer nakledildi. Ama ameliyattan kısa bir süre sonra vücudum nakledilen karaciğeri reddetti. Karnımda şişkinlik başladı, şekerim fırladı bu yüzden. Şimdi ikinci nakli bekliyorum. İnşallah bu kez iyi olacak. Bu hastalık sebebiyle çok kilo kaybettim, 43 kiloyum şimdi. 28 yaşındayım, daha önce hiç hastalanmadım bile!
Yoğun bakıma alındığım gece doktor kardeşime hastalığımın kanalizasyondan kaptığım bir mikroptan kaynaklandığını söylemiş. Yapılan tahlillere göre Hepatit A üzerine bir de kanalizasyondan kapmış olabileceğim mikrop nedeniyle hastalandığımı söylüyor doktorlar. İşe başladığım günlerde tıbbi atıkları taşırken, elime iğne batmıştı, biraz kanadı. Hepatit A mikrobu da oradan bulaşabilirmiş.
Ama kanıtlamak mümkün değil, hiç önemsememiştim ki! Gelen uzmanlar, çalışmaya başlarken eğitim alıp almadığımı sordu, almadık! Bu olaydan sonra hastane personeline eğitim vermeye başladılar.
Hastalığım o lağımdan bulaştı, bunu ben biliyorum. Ama şimdi tek isteğim iyileşmek. İkinci nakil başarılı geçsin, başka bir şey istemiyorum. Yaşarsam, malulen emekli olacakmışım. Şimdi bunları düşünemiyorum bile, sonum ne olacak, yaşayacak mıyım bilmiyorum ki! Taşeron İşçileri Çalışma ve Dayanışma Derneği vasıtasıyla yürütülen dava süreci devam ediyor, hastane yetkilileri bizden daha yüksekler, daha üstünler; belki onlar kazanırlar. Ne karar çıkarsa saygı duyacağız, elden ne gelir ki!”

7 Ağustos 2014 Perşembe

“Hiç yeşil ağacımız yoktur bizim, hepsi gridir.”

MUHAMMET KÜÇÜK / Taşeron inşaat işçisi

"Bir buçuk yıl önce taşeron firma üzerinden Tuzla Belediyesi’ne taş işçisi olarak girdim. İşe başlar başlamaz, kafama bir baret, elime de çekiç ve balyoz verdiler, başladım kalıp söküp, taş taşımaya. Kaldırım parkelerinden, dere yatağı barikatlarına, altyapı borularına kadar betondan yapılan herşey bizim orada üretilir. Biz de 12 saat boyunca beton malzemeleri, kalıplardan söker, taşırız.Tek kaldırmada yükümüz aşağı yukarı 35 kilogramı bulur, ortalama 1000-1200 kalıp döksek, günde taşıdığımız yük 35 tonu geçer. Taşeron olduğumuz için de bütün yük bizim üstümüzdedir. Zaten bu yüzden bir buçuk yılda pestilim çıktı. 
İşe başlamadan rapor istemişlerdi, hiç bir rahtasızlığım çıkmamıştı. Şimdi meslek hastalıkları hastanesi raporuna göre sadece omurgamda 3 fıtık var, biri çok büyükmüş, felç riski taşıyor dediler. Bir de boynumda çıktı. Sağ bacağımda da kemik büyümesi başladı. Hepsi de ağır yük taşımaya bağlı rahatsızlıklar. Şimdi hastane meslek hastalığı raporu verdi ama asıl sonuç Ankara’daki kuruldan gelecek. Bu arada firma beni işten çıkarmanın yollarını arıyor, “sen artık işimize yaramazsın” diyorlar. Hastane de bölüm değişikliği gerekiyor diye yazı gönderdi firmaya. Ama bizim orada başka çalışacak bir bölüm yok ki. Ya taş taşırsın ya taş kırarsın. 

Ben de o işte çalışmam artık zaten. Daha 26 yaşındayım. Bu halde başka hangi işte çalışabilirim, onu da bilmiyorum ya! Akciğerlerimde de sorun varmış, şimdi hastanede araştırıyorlar. Bu da işe bağlı olabilirmiş. İşyerinde beton, kalıplara dökülüp, aşağı yukarı 120 derece buharla 4 saat pişer. Açıldığı zaman nar gibi 
olur, biz o sırada kalıpları sökmeye başarız. Buharla birlikte beton da soluyoruz elbet. Bir de bizim oralarda beton santralleri çok, hiç yeşil ağacımız yoktur bizim, hepsi gridir. Yağmur yağdı mı balçık akar bizim oralarda. Onların da tozu yapışıyor herhalde ciğerlere."

Kaynak
Fotoğraf: Eren Aytuğ

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Akademik atıf çeteleri: Türkiye'deki bilimsel dergiler, duvar gazetesi olmasın

Pervin Kaplan, Habertürk'e konuya değinince, bazı akademisyenlerin kariyer basamaklarını çabucak tırmanmasını sağlayan "atıf çeteleri" yine gündeme geldi. Bunu söylemekten hoşlanmıyorum ama yine söyleyeceğim: "Biz bunu yazmıştık!" İşte Kasım 2010 tarihli Newsweek Türkiye'de yayımlanan Fatih Gürsul makalesi... Eeee Gürsul'un dediği gibi "Türkiye'de yayın yapan uluslararası dergileri, belirli akademisyenlerin sadece kendi makalelerini yazdığı duvar gazetesi olmaktan çıkarıp artık gerçek bilimsel yayınlara dönüştürmenin zamanı geldi" de geçti bile!




Yrd. Doç. Dr. Fatih Gürsul 

Newsweek Türkiye - 14 Kasım 2010

ODTÜ Enformatik Enstitüsü' nce 2010'da hazırlanan, tıp fakülteleri hariç "Türkiye'nin en iyi üniversiteleri" sıralaması hayli ilginç; çünkü çarpıcı bir tablo ortaya çıkıyor. Listede Çankaya Üniversitesi 11., Atılım Üniversitesi 13., Niğde Üniversitesi 15., Bartın Üniversitesi 22., Batman Üniversitesi 24. sırada yer alıyor. Buna karşın, özellikle hukuk alanında ülkemizin en iyileri arasında gösterilen Galatasaray Üniversitesi'nin 25. olması araştırma ile ilgili insanı işkillendirmeye başlıyor. Esas alınan parametrelerde 2000-2008 arası toplam yayın ve bu yayınlara yapılan atıf sayısı var. Sayalım da, acaba bu kriterler nitelik açısından nerede duruyor?
Sıralamanın başındaki üniversitelerde akademik kariyer için "Science Citation Index (SCI)", "Social Sciences Citation Index (SSCI)" gibi dizinlerce taranan dergilerde belirli sayıda makale yayınlamak zorunlu. Söz konusu listeler, dünyanın önde gelen bilim dergilerinin dâhil edildiği uluslararası veri tabanlarına sahip. Ama akademik çıtayı yükseltmesi düşünülen bu karar kimi durumlarda çabuk yükselmek için hızlı ve niteliksiz yayınların doğmasına da sebep olabiliyor. Ya da yeterli yayınınız olmadığı takdirde daha düşük kadrolarda çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Örneğin bazı üniversitelerde doçent unvanı olduğu halde kimi öğretim üyeleri araştırma görevlisi kadrosunda çalışıyor. Zira bu kişilere "Üniversitelerarası Kurul" tarafından doçentlik verilmesi, çalıştıkları üniversitede doçent olarak görev yapmalarına yetmiyor. Peki, üniversite yönetimlerinin bu politikasının üniversiteye, ülkemize ya da bilime katkısı ne? Dr. Umut Al'ın Avrupa Birliği ülkeleri ve Türkiye'nin yayın ve atıf performanslarını incelediği, 2009 tarihli çalışmasına bakılırsa sonuçlar çok acı verici.

"Essential Science Indicators (ESI)" verilerine göre Türkiye 116.296 yayın ile en fazla sayıda yayın yapan ülkeler arasında. Ama yayınlara yapılan atıf sayısı dikkate alındığında AB üyesi 30 ülke arasında sadece Romanya'yı geride bırakabilmiş. Dr. Al'ın başka bir araştırmasındaki örnek ise daha da çarpıcı. Türkiye'nin en fazla yayın yaptığı alan klinik tıp. Bu alanda yayın yapan 106 ülkeyi kapsayan listede Türkiye 25.366 yayın ile yayın sayısına göre yapılan sıralamada 14. Ama yayınlara yapılan atıf sayısına göre 102. sırada.Yani Türkiye'deki yayınlar, bilimsel alana katkı sağlamaktan çok makalenin yazarına katkı sağlıyor.
Ülkede fazla olmasa da SCI, SSCI veya A&HCI (Arts and Humanities Citation Index) tarafından taranan bazı dergiler mevcut. ODTÜ'nün araştırmasında ilk sıraları paylaşan iki üniversitenin eğitim alanında yayın yapan dergilerinden biri SSCI, diğeri EBSCO'nun dizininde yer alıyor. Son 10 yıldır bu dergilerde yayınlanan makalelerin yazarlarını incelediğinizde, yazarlar arasında çıkar ilişkisi olup olmadığını, kimlerin isimlerinin sık sık tekrarlandığını, kimlere hatır atfı yapıldığını görebiliyorsunuz. Dr.Al'ın 2008 tarihli "Türkiye'nin Bilimsel Yayın Politikası" isimli doktora çalışmasına göre SSCI ve SCI dizinlerinde, Türk yazarların makalelerinin en çok yine Türk dergilerinde yayınlandığını fark etmek düşündürücü. Demek ki ülkede uluslararası yayınlara makale kabul ettirebilen bilim insanı sayısı çok fazla değil. Örneğin, Dr. Al, SCI atıf dizinlerinde en çok yayın yapılan dergiler sıralamasında ilk 20'de yer alan Journal of Dental Research adlı dergide sadece dört makalenin Türk yazarlara ait olduğunu saptıyor. Anlaşılan, uluslararası yayın yaptığı düşünülen birçok akademisyen aslında kendi dergilerinde, kendi ülkelerinde, kendi dünyalarında yayınlarını yayınlıyor. İşte akademik çeteleşmeye zemin tam da burada başlıyor. Bazı gruplar söz konusu akademik gücü kullanarak istedikleri akademisyene vize verip doçent ve profesör yapabiliyor ya da istemedikleri için bekletme kozunu kullanıyorlar.
Ayrıca biliyoruz ki akademik çeteler arasında büyük kavgalar da söz konusu. Yani makale yayınlatmak için bu dergilere müracaat ettiğinizde dergi yönetimi akademik çevrenizle iyi ilişkilere sahip değilse ya da çıkar çatışması varsa yayınlanmasını yıllarca bekleyebilirsiniz. Makaleyi gönderdikten 2 yıl sonra "çalışmanız dergi standartlarımıza uygun olmadığından kabul edilmemiştir" şeklinde bir yazı alabilirsiniz. Amaç dâhil olduğunuz akademik grubu yıpratmak ve engellemek olabilir.
Akademik yükselme kriterlerinden birinin de atıf olmasının kaliteyi yükselteceği açık. Fakat nicelikten çok akademik niteliğe ağırlık verilmeli. Başka bir deyişle, Türkiye'de yayın yapan uluslararası dergileri, belirli akademisyenlerin sadece kendi makalelerini yazdığı duvar gazetesi olmaktan çıkarıp artık gerçek bilimsel yayınlara dönüştürmenin zamanı geldi.
(Yrd. Doç. Dr. Gürsul, İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi.)