5 Mart 2012 Pazartesi

İlköğretim eğitim düzeni yeniden değişiyor! Tamam 8 yıllık kesintisiz eğitim de süper bir model değildi ama bir yanlıştan diğerine -hem de hiç çalışma yapmadan, okullardaki durumu -yerinde incelemeden- zıplayıp duruyoruz yine. 4+4+4 modeli kulağa hoş geliyordu başta. Ne var ki mesela bir Somalilinin kulağına hoş geliyordu (Puntland eyaletinde sistem 4+4+4). Ama bir Almanın kulağına hoş gelmeyebilir (4+6 modeli, çocuklar arasında diskriminasyona, çocukları yanlış yönlendirmeye yol açtığı için sistemi değiştirmeye çalışıyorlar. Hani gurbetçi Türk aileler sürekli yakınıyordu ya, çocuklarımız ancak tekniker olabiliyor, doktor, bilim insanı olmaları için gerekli eğitim hakkından mahrum bırakılıyorlar diye. Hani milliyetçi öğretmenlerin, Türk çocuklarını yetersiz oldukları gerekçesiyle üniversite eğitimi gerektirmeyen meslek dallarına yönlendirdiğinden şikayet ediyorlardı. Bu ve benzer sebepler yüzünden değişiyor Almanya'daki model. İnsanın aklına haliyle şu soru geliveriyor: Acaba Türkiye'de de kimi öğretmenler görüşlerine yakın olmayan ailelerin çocuklarına böyle bir ayrımcılık yaparlar mı? Olmaz ama...) Bir Türk'ün kulağı bu sisteme nasıl tepki verir, bilemiyoruz. Çünkü zaten kimse ona sormuyor. Bakanlık habire  bir takım düzenlemeler getirip duruyor... 
Aslında alttaki yazı yazılalı 2 yıl bile olmadı, habercilik anlamında eski sayılır yine de. Eğitimcilik açısından ise çok kısa bir süre iki yıl. Ama ülkede iki yıl bile geçmeden yine eğitim sistemi değiştiriliyor. ... Korkarım sonunda olan Rüzgar'a olacak, hayır bi kere yazmışım oğlanın adını değiştireceğim, diye!
Hem sonra okul öncesi eğitim için koparılan onca yaygaraya ne oldu? Ne güzel bir atılımdı halbuki! (Yazmadan duramıyorum di mi!) Dikkatinizi çekerim, okul öncesi eğitim ile ilköğretim eğitim aynı şey değil! İlköğretimde yani sözkonusu taslakta söz edildiği gibi olduğunda çocuklar erkenden akademik eğitime başlatılır. Oysa okul öncesi eğitim, çocuğun sosyal, bedensel ve psikolojik eğitimine önem veren, onu akademik hayata hazırlayan, en önemlisi farklı bir uzmanlık gerektiren bir dal. Kısacası 5 yaşındaki çocuğa okul öncesi eğitim vermekle onu alıp ilkokula başlatmak aynı şey değil. Ama şimdi kim uğraşacak anaokulu öğretmenlerinin kadrosuyla, okul öncesi eğitim merkezlerinin donanımıyla di mi! Onun yerine çocukları okul öncesi dönemde ilkokula alırsın, okul öncesi sorunsalı da kendiliğinden bitiverir.
Yok tabii ki oğlanın adını değiştiremem ama -Allahım başka bi büyük söz geliyor- bi çocuğum daha olursa, onun bu sistemden uzakta, mesela evde eğitim yöntemleriyle yetişmesi için yeni yollar arayacağım. Aslında geç bile kaldık, gelişmiş ülkelerdeki evde eğitim modellerine bakıp, bakanlığa önerebiliriz bile. İmam Hatip'ti, SBS'ydi gibi sorunlar da toptan ortadan kalkar böylece.

Pirinç mi yetiştiriyoruz, nesil mi? *

Bir de bu sistemi deneyelim, olmazsa değiştiririz.

İtiraf ediyorum, ben bir momzilla adayıydım. Hani çocuklarını yarış atı gibi dersane, deneme sınavları ve okul üçgeninde koşturup, sözümona geleceğe hazırlayan canavar anneler var ya. Öyle ki oğlumun patates kızartmasının bile üstüne ketçapla çift bilinmeyenli denklem yazabilirdim. Neyse ki gün görmüş, aklı selim yakınlarımız var. Onlara rağmen beşinci sınıfa geçen oğlum son iki yıldır günde bir saat test çözüyor ve haftasonları tüm gün deshaneye devam ediyordu. Hedefimiz, sekizinci sınıftan sonra binde beşlik dilimden öğrenci alan bir anadolu lisesinde okumasıydı.
Geçen hafta Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu önümüzdeki eğitim yılında altıncı ve yedinci sınıflardaki Seviye Belirleme Sınavlarının (SBS) kaldırılacağını açıkladı. Ardından dört yıl sonra sekizinci sınıfta da sınav yaplmayacağını, öğrencilerin okul başarılarına göre liselere yerleştirileceğini ekledi sözlerine. Bu açıklamanın akşamı hemen oğluma müjdeli haberi verdim: “Bu tatil test de yok, dersane de.” Keşke vermeseydim, bir yandan oğlum diğer yandan o aklı selim yakınlarım başladılar söylenmeye....
10 yaşındaki çocuk nasıl gazeteci olduğumu sorup, son iki yılının hesabını bana yüklerken, deneyimli yakınlarım da sınav sisteminin üç yılda bir değiştiğini hatırlattılar. Neticede “çocuğun çalışma disiplinini bozduğum” iddasıyla eleştiri yağmuruna tutuldum.
Eminim ülkedeki binlerce anne benimle aynı kaderi paylaşıyor. Sınavdaki başarısızlığın, bir ömür çocuklarının peşini bırakmayacağından endişelenip, onları kendi elleriyle birer test canavarına dönüştürüyorlar. Sistem her değiştiğinde, sınav yorgunu çocuklar da katlanıyor üstelik. Talim ve Terbiye Kurulu eski başkanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’un verdiği bilgiye göre 3 yıl önce, öğrencilerin devam edeceği liseyi belirlemek için yapılan tek sınav Ortaöğretim Kurumları Sınavı (OKS) iken ülkede dersaneye giden öğrenci sayısı 89 bindi. Ama 2007-2008 eğitim yılında öğrenciler altıncı sınftan itibaren her sene sınava girmeye başlayınca bu sayı 459 bine yükseldi. Bir yandan çocuklarına aman vermiyor diye benim gibi anneler eleştirilirken, diğer yandan SBS’de derece yapan, yabancı dilde eğitim veren ve üniversiteye en çok öğrenci gönderen liselere girmeye hak kazanan çocuklar yere göğe sığdırılamıyor.

Denklem ortada: 2009’da genel lise mezunlarından sadece yüzde 15’i bir lisans programına yerleşirken, bu oran anadolu liselerinde yüzde 60’ın üzerinde. (Kaldı ki genel liselilerin bir üniversiteye girme şansı daha 2007’de yüzde 4’lerdeydi, son iki yılda açılan ve ne yazık ki adı konup kendi olmayan yeni üniversiteler ve bölümler artınca oran biraz daha yükseldi. Yoksa liselerin akademik başarısında bir değişiklik olmadı.) Yani ya çocuğunuz bir anadolu lisesine kapağı atıp, üniversite eğitimi için şansını yükseltecek ya da daha ortaöğrenimde başarısız olup, üniversite hayallerine veda edecek. Türk Eğitim Derneği (TED) Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu aradaki uçurumu şöyle değerlendiriyor: “Yurtdışında sınavda başarılı olan çocukların yüzde 10’u üstün zekalı mı diye teste tabi tutuyor. Bizde iyi bir liseye girmeye hak kazanan yüzde 3’lük dilim dışındaki çocuklar başarısız diye bir kenara itiliyor.” Çünkü, eğitim sistemi sıvada başarılı olmuş, zeki çocukları eleyip, onların akademik başarısı üzerine yoğunlaşıyor. Diğerleri ise zaten baştan kaybedenler listesinde. Kim çocuğunun daha 12 yaşındayken başarısızlık yaftasıyla damgalanmasını ister ki?

ABD ve Avrupa’da da benzer sınavlar var tabi. Ama bu sınavlar, eğitimdeki sorunları tespit edip, çözüm bulmak için yapılıyor. Sınav sonucunda problemli konular öğretmenler, aileler ve çocuklarla paylaşılıp, telafi ediliyor. Kimse geleceğini sınav üzerinde bina etmiyor. “İngiltere’deki okullar arasındaki başarı farkı yüzde 7’inin altında, bizde ise yüzde 85’in üzerinde” diyor Prof. Selçuk. Haliyle, çocuk ilköğretimden sonra mahallesindeki liseye devam edebiliyor.
Uzmanlar yeni değişikliğin işte bu farkları ortadan kaldırabileceği görüşünde. Tüm liseler, anadolu lisesi kalitesine ulaşınca sınavlara odaklanan ve dersaneleri besleyen eğitim sistemi de değişebilir. Üstelik Çubukçu da derslik sayısını arttırıp, sınıf mevcudunu düşürmek ve 23 bin yabancı dil öğretmeni açığını kapamak için gerekli bütçenin olduğunu iddia ediyor. Peki ya öğretmenler, peki ya siyasi torpille atanmayan milli eğitim ve okul müdürleri? “İşte bu sorunların da eşzamanlı çözülmesi gerekiyor” diyor Pehlivanoğlu. Yoksa, sınav değişikliği dersanelerin önünü keser ama bu kez de çocuklarının okul notlarını yüksetmek isteyen veliler, sistemin boşluklarında kendi yollarını bulmaya çalışır.
Üstelik, kervanı yolda düzmeye çalışan Milli Eğitim Bakanlığı şimdiye kadar karşılaşılan her engelde sınav sistemi değişkliği yaptı. Aklı selim yakınlarımız haklı. Sistem yine yürümezse, iki yıl sonra başka bir sınav uygulaması geldiğinde kim oğluma durumu açıklayacak? Şimdiden oğluma eski Çin atasözünü öğretiyorum: “Bir senelik plan yapıyorsanız pirinç, 10 senelik plan yapıyorsanız ağaç, 100 senelik plan yapıyorsanız bir nesil yetiştiririsiniz.” Yeniden bir değişiklik olursa ben de oğlumun ismini değiştirip “Baldo” koyacağım. 
*Newsweek Türkiye / Temmuz  2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder