29 Ekim 2012 Pazartesi

Olimpiyat oyunlarında dördüncülükle sekizincilik arası gelen sporculara ödül ne verilir?

(Ben de bilmiyordum, "Kim Milyoner İster?"i izlerken öğrendim....)
 İlk 8′e verilen Olimpik Diploma imiş!
Modern Olimpiyat Oyunları olarak anılan ilk organizasyon, 1896 Nisan'ında gerçekleşen Yaz Olimpiyatları idi. Bu tarihten, 1904 Yaz Olimpiyatları'na kadarki sürede birinciye gümüş madalya ve zeytin dalı, ikinciye bronz madalya ve defne dalı verilirdi. Üçüncülere ise hiç bir ödül yoktu.  Günümüzde halen geçerli olan ödül uygulaması  ise 1904 Olimpiyat Oyunları'ndan itibaren başlıyor. Yani, birincilere altın, ikincilere gümüş, üçüncülere ise bronz madalya veriliyor. Ferdi branşlarda ilk üçe giren sporcular birer madalya ve diploma kazanırken,  4. 5. 6.7.ve 8 'ler ise sadece birer diploma alıyor.


17 Eylül 2012 Pazartesi

BİLİM DÜNYASININ "SÜLÜN OSMAN"LARI*

Uluslararası, köklü bir kuruluştan biyografinizi zengin gösterecek, ofis duvarınızı şenlendirecek, kariyerinize uygun, kelepir ödüller…


 
 
Geçen günlerde pek çok gazete ve TV kanalı, bir Türk bilim insanının, dünyaca ünlü saygın bir kuruluş tarafından 2012 Yılının Tıp Bilim İnsanı ödülüne layık görüldüğü haberini gururla paylaştı kamuoyuyla.  Söz konusu bilim insanı, Prof. Dr. Mehmet Emin Özdoğan, özellikle kalp nakilleri konusunda çok başarılı bir cerrah.  Ancak daha geçen yıl yaşanan talihsiz bir olay, bu başarısına gölge düşürmüş,  ameliyat edeceği bir hastası için hasta yakınlarından 5 bin Euro bıçak parası alırken suçüstü yakalandığı için yargılanıp, ceza almıştı. Daha sonrasında aldığı ödülle ilgili konuşan Prof. Dr. Özdoğan da bu cezaya gönderme yaparak, kendi ülkesinde cezalandırılırken, dünyanın saygın kuruluşları tarafından kendisine böyle bir ödülün bahşedildiğini anlatıyor ve ülkesinin kadir kıymet bilmezliğinden yakınıyordu. Ne var ki bu durum bilim camiasında yeni bir tartışmaya yol açtı. Son günlerde Türk bilim insanları bir araya geldiğinde, sözü geçen kuruluşun, Amerikan Biyografi Enstitüsü’nün (ABI) aslında itibarının şüpheli, hatta bu kuruluştan çeşitli unvanlar, ödüller ve madalyalar almanın da çok kolay olduğundan söz ediyor. Elbette belli bir ücret mukabilinde …

Konuyla ilgili konuştuğumuz Türk ve yabancı bilim insanlarına göre ABI ve benzeri kuruluşlar, çoğu zaman fazlasıyla iyi niyetli ya da saf kişileri Yılın Adamı, 21. Yüzyılın Dehası seçildiklerini iddia ederek, kandırıyor. Ardından da ya sertifikaları ya da isimlerinin yer aldığı 100 Türk Büyüğü benzeri içerikteki kitapları satın almaları için ödeyecekleri bedeli kredi kartıyla mı yoksa çekle mi ödeyeceklerini soruyor.   Aslında bu ödül avcılığı oyununun tüm dünyada yaygın bir aldatmaca olduğunu idrak etmek için küçük bir internet araştırması yapmak bile yeterli.  Nitekim Google arama satırına daha American Biographical Institute yazarken, arama motoru sizi “American Biographical Institute Scam” başlıklı içeriklere yönlendiriyor. İngilizce Scam sözcüğü “dolandırıcılık, sahtekarlık” anlamına geliyor. İlgili web sitelerinin çoğunda ABI ve ABI’nin İngiltere’de işbirliği yaptığı International Bographical Centre (IBC) başta olmak üzere benzeri kuruluşların, başta bilim insanları ve politikacılar olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki kişilere mektup ve e-mail yoluyla ulaştıkları ve ödül satmaya çalıştıklarından söz ediliyor ve okuyucular bu kurumlara karşı uyarılıyor. Nobel ya da Pulitzer gibi itibarlı ödülleri kazananlar dünyaca ünlü pek çok yayına haber olurken bu kurumların dağıttığı payelerle ilgili herhangi bir bilgiye rastlamaksa neredeyse imkânsız. Elbette ilgili kişilerin biyografileri ya da kendilerinin bizzat servis ettiği basın bültenlerini saymazsak…

ABI’nin faaliyetleri başka ülkelerdeki bilim cemiyetlerini de karıştırmış olacak ki bazı devletler, resmi sitelerinde bu kurumdan gelen ödül mesajlarına karşı vatandaşlarını uyarmak zorunda kalmış. Örneğin, Batı Avustralya Ticaret Bakanlığı’nın resmi sitesinde ABI’nin birkaç yüz dolara adınıza madalya, sertifika ya da kitap satın alabileceğiniz bir yer olduğundan bahsediliyor. “Kendinizi ya da bir arkadaşınızı herhangi bir ödüle aday göstermek için bir isim, bir e-posta adresi ve çalışma alanının yer aldığı basit formu doldurmanız yeterli. Ödüle neden hak kazandığınızı bile açıklamanız gerekmiyor” ifadelerinin göze çarptığı uyarı metninin son cümlesiyse bir hayli manidar: “Bu safsatalara kanıp, Yılın Aptalı olmayın.”

 
Batı Avusturalya Ticaret Bakanlığı sitesinde ayrıca ABI ve benzeri kuruluşların, İngilizce “vanity publisher” yani “tüm masrafların yazarın kendisi tarafından karşılandığı yayınevleri”  kategorisinde yer aldığından söz ediliyor. Belli ki ticari dehalar, biyografilerine itibar eklemek, ofis duvarlarına dekoratif çerçeveler yerleştirmek isteyenlerin kârlı bir kazanç kapısı olduğunu yıllar önce keşfetmiş. Nitekim, ödül sahiplerinin hangi kriterlere göre belirlendiğini, seçici kurulda kimlerin yer aldığını sorduğumuz ABI yetkililerinden gelen yanıtta sorularımıza cevap bulunmasa da kuruluşun 1967’den bu yana hizmet verdiğinden bahsediliyor. Belli ki kuruluş tarihinin eski olması, ödüllerin güvenilirliği ve itibarının en büyük dayanağı. Oysa yılın en kötü oyuncularının seçildiği Altın Ahududu Ödülleri de 33 yıldır veriliyor ama itibarı tartışılır.

Gelelim kurumun dağıttığı ödül, sertifika ve madalya kategorilerine… ABI kendi sitesinde ne bu kategorileri ne de seçilen isimleri tam olarak yayınlamadığı için net bir bilgi vermek zor.  Ama yaptığımız araştırma sonunda bulduğumuz Yılın Kadını, Yılın Bilim İnsanı, Uluslararası Barış Ödülü, Dünya Özgürlük Madalyası gibi yüzlerce payeyi sıralamaya kalksak, derginin sayfaları yetmez.  Tabii bir de 21. Yüzyılın Büyük Beyinleri, 500 Önemli Lider, Tıp Alanında Kim Kimdir… vb. gibi ansiklopedi ağırlığında yayınları var. ABI’nin web sitesinde bu listeler hazırlanırken ve ödül, madalya ya da sertifikaya hak kazanan isimler belirlenirken dünya çapında 18 bin danışmanın görev aldığı araştırma kurulunun görüşlerine başvurulduğu belirtiliyor. Bu danışmanların çoğunun, aynı zamanda bizzat ABI tarafından ödüllendirilmiş kişiler olduğunu tahmin etmek zor değil. Ama onların bile bu yayınları ne kadar özenle incelediği şüpheli. Zira 21. Yüzyılın Büyük Beyinleri başlıklı 2500 biyografiden oluşan uzun listede Mark Twain, Martin Luther King gibi isimler de bulunuyor. “Durun bir dakika, bu kişiler geçen yüzyıl yaşamamış mıydı?” diye soran birileri de yok anlaşılan…

Şimdi sıra meselenin en can alıcı kısmında: Ücret tarifesi. ABD’nin Pittsburgh kentindeki Carnegie Doğal Tarih Müzesi araştırma görevlilerinden Aydın Örstan, bloğunda yayımladığı “IBC’deki kurnazlara açık mektup” başlıklı ironik yazısında IBC tarafından Yılın Bilim İnsanı ödülüne aday gösterildiğini açıklıyor. Belli ki bu ödülü aldığını gösteren fotoğraflı plâketin kendisine gönderilmesi için talep edilen 370 Dolarlık ödeme Örstan’ın da kafasını karıştırmış ki Örstan mektubunu şöyle bitiriyor: “Siz bana 400 Dolarlık bir çek gönderirseniz, ben de size Yılın En Aptalca Sahtekârlığı sertifikasını gönderirim.” Başta belirttiğimiz gibi nette küçük bir araştırmayla bilim insanlarının ABI ve IBC gibi kuruluşlarla ilgili yazdıklarına ulaşmak mümkün. Şüphesiz, Örstan’ın mektubu aralarında en eğlenceli olanlardan biri.

Hollanda’da yaşayan psikolinguistik uzmanı Mark Dingamanse de ABI’nin 21. Yüzyıl’ın Büyük Beyinleri isimli yayınında yer almaya hak kazandığını belirten bir mektup aldığını söylüyor.  Aynı mektupta dünyanın en önemli 1000 bilim insanı ve entelektüelinin biyografisine yer verilen bu listede yer aldığını gösteren bir plâket için Dingamanse’nin 395 Dolarlık bir ödeme yapması da isteniyor. Bu kuruluşun ciddiyetinden şüphe duyduğu için mektuba itibar etmediğini şöyle açıklıyor:  “Sadece bin kişinin özenle seçildiği söylense de mektubun gerçekten sadece bin kişiye gittiğinden hiç emin değilim. Yüzyılın Bin Aptalı’nı bulana kadar bu mektup, onbinlerce kişiye gönderiliyor bence.” Dingamanse’nin daha önce ABI’de çalışmış birinden aldığı bilgiler, kuruluşun çalışma sisteminin özeti gibi: Öncelikle çeşitli organizasyonlardan mail listeleri satın alınıyor ve bu adres sahiplerine, biyografi kitaplarında yer almaya hak kazandıklarını belirten e-postalar gönderilip, ekteki formların doldurulması isteniyor. Gelen formlar üç kategoriye ayrılıyor. Birinci kategoridekiler, konuyla ilgili hiçbir eğitim almamış “editör”lere gönderiliyor ve biyografi metinleri hazırlanıyor. Elbette bu kişilere daha sonra belli bir ücret karşılığında plâket, sertifika ya da madalya gönderilmek üzere… İkinci kategoridekiler sonraki yayınlara bırakılıyor. En son kategoride yer alan en başarılı biyografiler ise hiçbir ücret talep edilmeden yayınlanıyor. Zira bunların işlevi, listelerde eksik kalan satırları doldurmak…

Söz konusu sertifika, plâket, kitap ya da madalyaların ücretleri 150 ile 500 Dolar arasında değişiyor. Amerikan Nöroradyoloji Dergisi editörü Prof. Dr. Mauricio Castillo da 2010’da kaleme aldığı “Kendinizi Önemli Hissettiren Sahtekârlıklar” başlıklı makalesinde ABI’den de bahsediyor ve meslektaşlarını uyarıyor. Aynı makalede, 21. Yüzyılın Büyük Beyinleri isimli yayının bir edisyonunda 2500 biyografinin yer aldığından söz ediyor. Listede bulunan her kişi, ABI’ye ortalama 150 Dolarlık bir çek gönderse, 375 bin Dolar eder. Nitekim, ABI yetkililerinden aldığımız yanıtta da bu yayınlara girmenin kesinlikle bedelsiz olduğunun, ancak hak edilmiş ödülü belgeleyen plâket, madalya ya da sertifika karşılığında bir ücret talep edildiği, bunun da isteğe bağlı olduğu ifade ediliyor. Oscar jürisinin Meryl Streep’e şöyle bir mektup gönderdiğini düşünün: “Tebrikler, 2012 En İyi Aktrist Ödülü’nü yine size verdik. Kredi kartı numaranızı verirseniz, adınıza özel hazırladığımız Oscar heykelciğini adresinize postalayacağız!”

Unutmadan ekleyelim, Prof. Dr. Özdoğan’ın biyografisinde 1996’da da aynı kuruluşun verdiği 20. Yüzyıl başarı Ödülü’ne layık görüldüğü belirtiliyor. (Bu konuyla ilgili detayları öğrenmek için kendisine sorularımızı yazılı olarak göndersek de henüz cevap alamadık.)

Elbette Türkiye’de ABI ve IBC gibi kuruluşların yayınlarına girmeye hak kazanan, ödülleriyle taltif edilen tek isim Prof. Dr. Özdoğan değil. Örneğin 21. Yüzyılın Büyük Beyinleri arasında yer alan ve ödülünü ülkesine armağan eden herbalist Dr. Ömer Coşkun, Uluslararası Seçkin Liderler Ansiklopedisi’ne adını yazdıran Bağımsız Türkiye Partisi Prof. Dr. Haydar Baş bu isimlerden sadece ikisi.  Biyografisini bu tür ödül ve sertifikalarla zenginleştiren daha pek çok isim saymak mümkün. Bir de Enfeksiyon Hastalıkları ve Halk Sağlığı uzmanı Prof. Dr. Önder Ergönül gibi bu tür mektuplar, mail kutusundan hiç eksik olmayan bilim insanları var. Prof. Dr. Ergönül durumu şöyle ifade ediyor: “Sadece bana değil, etrafımdaki pek çok kişiye de bu tür ödül mektupları geliyor. Hemen hepsi ya ‘Kim Kimdir’ isimli ansiklopedilerde biyografime yer vermek için doğrudan bir ücret talep ediyor ya da başta ‘şu ödüle layık görüldünüz’ deyip, ardından ödülü bana göndermek için kredi kartı numaramı soruyor. ” Bugüne kadar böyle maillere hiç itibar etmediğini belirten Prof. Dr. Ergönül’e göre benzer mektup alan bilim insanları, haberin sevincine kapılmadan önce haberin kaynağına dikkat etmeli ve ödülü veren kuruluşu iyice araştırmalı. Belli ki bu tavsiye sadece ödül sevinciyle gözleri kamaşan bilim insanlarına değil. Nitekim, yine ilgili haberlerde Türkiye Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın, Prof. Dr. Özdoğan’a gönderdiği mektubunda ödülünden ötürü bilim insanını tebrik ettiği belirtiliyor. Prof. Dr. Özdoğan’ı çok duygulandıran bu mektubun, başında uluslararası yazan her ödülü alan her bilim insanına gönderilen standart bir mektup olup olmadığını ise bilmiyoruz. Çünkü Bakan’ın resmi internet sitesinden yazılı olarak gönderdiğimiz sorumuza herhangi bir yanıt alamadık.
* YENİAKTÜEL DERGİSİ 13-26 EYLÜL 2012
    (Başlık için Göksan Göktaş'a teşekkürler:)

 

 

 

 

 

 

5 Mart 2012 Pazartesi

İlköğretim eğitim düzeni yeniden değişiyor! Tamam 8 yıllık kesintisiz eğitim de süper bir model değildi ama bir yanlıştan diğerine -hem de hiç çalışma yapmadan, okullardaki durumu -yerinde incelemeden- zıplayıp duruyoruz yine. 4+4+4 modeli kulağa hoş geliyordu başta. Ne var ki mesela bir Somalilinin kulağına hoş geliyordu (Puntland eyaletinde sistem 4+4+4). Ama bir Almanın kulağına hoş gelmeyebilir (4+6 modeli, çocuklar arasında diskriminasyona, çocukları yanlış yönlendirmeye yol açtığı için sistemi değiştirmeye çalışıyorlar. Hani gurbetçi Türk aileler sürekli yakınıyordu ya, çocuklarımız ancak tekniker olabiliyor, doktor, bilim insanı olmaları için gerekli eğitim hakkından mahrum bırakılıyorlar diye. Hani milliyetçi öğretmenlerin, Türk çocuklarını yetersiz oldukları gerekçesiyle üniversite eğitimi gerektirmeyen meslek dallarına yönlendirdiğinden şikayet ediyorlardı. Bu ve benzer sebepler yüzünden değişiyor Almanya'daki model. İnsanın aklına haliyle şu soru geliveriyor: Acaba Türkiye'de de kimi öğretmenler görüşlerine yakın olmayan ailelerin çocuklarına böyle bir ayrımcılık yaparlar mı? Olmaz ama...) Bir Türk'ün kulağı bu sisteme nasıl tepki verir, bilemiyoruz. Çünkü zaten kimse ona sormuyor. Bakanlık habire  bir takım düzenlemeler getirip duruyor... 
Aslında alttaki yazı yazılalı 2 yıl bile olmadı, habercilik anlamında eski sayılır yine de. Eğitimcilik açısından ise çok kısa bir süre iki yıl. Ama ülkede iki yıl bile geçmeden yine eğitim sistemi değiştiriliyor. ... Korkarım sonunda olan Rüzgar'a olacak, hayır bi kere yazmışım oğlanın adını değiştireceğim, diye!
Hem sonra okul öncesi eğitim için koparılan onca yaygaraya ne oldu? Ne güzel bir atılımdı halbuki! (Yazmadan duramıyorum di mi!) Dikkatinizi çekerim, okul öncesi eğitim ile ilköğretim eğitim aynı şey değil! İlköğretimde yani sözkonusu taslakta söz edildiği gibi olduğunda çocuklar erkenden akademik eğitime başlatılır. Oysa okul öncesi eğitim, çocuğun sosyal, bedensel ve psikolojik eğitimine önem veren, onu akademik hayata hazırlayan, en önemlisi farklı bir uzmanlık gerektiren bir dal. Kısacası 5 yaşındaki çocuğa okul öncesi eğitim vermekle onu alıp ilkokula başlatmak aynı şey değil. Ama şimdi kim uğraşacak anaokulu öğretmenlerinin kadrosuyla, okul öncesi eğitim merkezlerinin donanımıyla di mi! Onun yerine çocukları okul öncesi dönemde ilkokula alırsın, okul öncesi sorunsalı da kendiliğinden bitiverir.
Yok tabii ki oğlanın adını değiştiremem ama -Allahım başka bi büyük söz geliyor- bi çocuğum daha olursa, onun bu sistemden uzakta, mesela evde eğitim yöntemleriyle yetişmesi için yeni yollar arayacağım. Aslında geç bile kaldık, gelişmiş ülkelerdeki evde eğitim modellerine bakıp, bakanlığa önerebiliriz bile. İmam Hatip'ti, SBS'ydi gibi sorunlar da toptan ortadan kalkar böylece.

Pirinç mi yetiştiriyoruz, nesil mi? *

Bir de bu sistemi deneyelim, olmazsa değiştiririz.

İtiraf ediyorum, ben bir momzilla adayıydım. Hani çocuklarını yarış atı gibi dersane, deneme sınavları ve okul üçgeninde koşturup, sözümona geleceğe hazırlayan canavar anneler var ya. Öyle ki oğlumun patates kızartmasının bile üstüne ketçapla çift bilinmeyenli denklem yazabilirdim. Neyse ki gün görmüş, aklı selim yakınlarımız var. Onlara rağmen beşinci sınıfa geçen oğlum son iki yıldır günde bir saat test çözüyor ve haftasonları tüm gün deshaneye devam ediyordu. Hedefimiz, sekizinci sınıftan sonra binde beşlik dilimden öğrenci alan bir anadolu lisesinde okumasıydı.
Geçen hafta Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu önümüzdeki eğitim yılında altıncı ve yedinci sınıflardaki Seviye Belirleme Sınavlarının (SBS) kaldırılacağını açıkladı. Ardından dört yıl sonra sekizinci sınıfta da sınav yaplmayacağını, öğrencilerin okul başarılarına göre liselere yerleştirileceğini ekledi sözlerine. Bu açıklamanın akşamı hemen oğluma müjdeli haberi verdim: “Bu tatil test de yok, dersane de.” Keşke vermeseydim, bir yandan oğlum diğer yandan o aklı selim yakınlarım başladılar söylenmeye....
10 yaşındaki çocuk nasıl gazeteci olduğumu sorup, son iki yılının hesabını bana yüklerken, deneyimli yakınlarım da sınav sisteminin üç yılda bir değiştiğini hatırlattılar. Neticede “çocuğun çalışma disiplinini bozduğum” iddasıyla eleştiri yağmuruna tutuldum.
Eminim ülkedeki binlerce anne benimle aynı kaderi paylaşıyor. Sınavdaki başarısızlığın, bir ömür çocuklarının peşini bırakmayacağından endişelenip, onları kendi elleriyle birer test canavarına dönüştürüyorlar. Sistem her değiştiğinde, sınav yorgunu çocuklar da katlanıyor üstelik. Talim ve Terbiye Kurulu eski başkanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’un verdiği bilgiye göre 3 yıl önce, öğrencilerin devam edeceği liseyi belirlemek için yapılan tek sınav Ortaöğretim Kurumları Sınavı (OKS) iken ülkede dersaneye giden öğrenci sayısı 89 bindi. Ama 2007-2008 eğitim yılında öğrenciler altıncı sınftan itibaren her sene sınava girmeye başlayınca bu sayı 459 bine yükseldi. Bir yandan çocuklarına aman vermiyor diye benim gibi anneler eleştirilirken, diğer yandan SBS’de derece yapan, yabancı dilde eğitim veren ve üniversiteye en çok öğrenci gönderen liselere girmeye hak kazanan çocuklar yere göğe sığdırılamıyor.

Denklem ortada: 2009’da genel lise mezunlarından sadece yüzde 15’i bir lisans programına yerleşirken, bu oran anadolu liselerinde yüzde 60’ın üzerinde. (Kaldı ki genel liselilerin bir üniversiteye girme şansı daha 2007’de yüzde 4’lerdeydi, son iki yılda açılan ve ne yazık ki adı konup kendi olmayan yeni üniversiteler ve bölümler artınca oran biraz daha yükseldi. Yoksa liselerin akademik başarısında bir değişiklik olmadı.) Yani ya çocuğunuz bir anadolu lisesine kapağı atıp, üniversite eğitimi için şansını yükseltecek ya da daha ortaöğrenimde başarısız olup, üniversite hayallerine veda edecek. Türk Eğitim Derneği (TED) Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu aradaki uçurumu şöyle değerlendiriyor: “Yurtdışında sınavda başarılı olan çocukların yüzde 10’u üstün zekalı mı diye teste tabi tutuyor. Bizde iyi bir liseye girmeye hak kazanan yüzde 3’lük dilim dışındaki çocuklar başarısız diye bir kenara itiliyor.” Çünkü, eğitim sistemi sıvada başarılı olmuş, zeki çocukları eleyip, onların akademik başarısı üzerine yoğunlaşıyor. Diğerleri ise zaten baştan kaybedenler listesinde. Kim çocuğunun daha 12 yaşındayken başarısızlık yaftasıyla damgalanmasını ister ki?

ABD ve Avrupa’da da benzer sınavlar var tabi. Ama bu sınavlar, eğitimdeki sorunları tespit edip, çözüm bulmak için yapılıyor. Sınav sonucunda problemli konular öğretmenler, aileler ve çocuklarla paylaşılıp, telafi ediliyor. Kimse geleceğini sınav üzerinde bina etmiyor. “İngiltere’deki okullar arasındaki başarı farkı yüzde 7’inin altında, bizde ise yüzde 85’in üzerinde” diyor Prof. Selçuk. Haliyle, çocuk ilköğretimden sonra mahallesindeki liseye devam edebiliyor.
Uzmanlar yeni değişikliğin işte bu farkları ortadan kaldırabileceği görüşünde. Tüm liseler, anadolu lisesi kalitesine ulaşınca sınavlara odaklanan ve dersaneleri besleyen eğitim sistemi de değişebilir. Üstelik Çubukçu da derslik sayısını arttırıp, sınıf mevcudunu düşürmek ve 23 bin yabancı dil öğretmeni açığını kapamak için gerekli bütçenin olduğunu iddia ediyor. Peki ya öğretmenler, peki ya siyasi torpille atanmayan milli eğitim ve okul müdürleri? “İşte bu sorunların da eşzamanlı çözülmesi gerekiyor” diyor Pehlivanoğlu. Yoksa, sınav değişikliği dersanelerin önünü keser ama bu kez de çocuklarının okul notlarını yüksetmek isteyen veliler, sistemin boşluklarında kendi yollarını bulmaya çalışır.
Üstelik, kervanı yolda düzmeye çalışan Milli Eğitim Bakanlığı şimdiye kadar karşılaşılan her engelde sınav sistemi değişkliği yaptı. Aklı selim yakınlarımız haklı. Sistem yine yürümezse, iki yıl sonra başka bir sınav uygulaması geldiğinde kim oğluma durumu açıklayacak? Şimdiden oğluma eski Çin atasözünü öğretiyorum: “Bir senelik plan yapıyorsanız pirinç, 10 senelik plan yapıyorsanız ağaç, 100 senelik plan yapıyorsanız bir nesil yetiştiririsiniz.” Yeniden bir değişiklik olursa ben de oğlumun ismini değiştirip “Baldo” koyacağım. 
*Newsweek Türkiye / Temmuz  2010