2 Ağustos 2014 Cumartesi

Akademik atıf çeteleri: Türkiye'deki bilimsel dergiler, duvar gazetesi olmasın

Pervin Kaplan, Habertürk'e konuya değinince, bazı akademisyenlerin kariyer basamaklarını çabucak tırmanmasını sağlayan "atıf çeteleri" yine gündeme geldi. Bunu söylemekten hoşlanmıyorum ama yine söyleyeceğim: "Biz bunu yazmıştık!" İşte Kasım 2010 tarihli Newsweek Türkiye'de yayımlanan Fatih Gürsul makalesi... Eeee Gürsul'un dediği gibi "Türkiye'de yayın yapan uluslararası dergileri, belirli akademisyenlerin sadece kendi makalelerini yazdığı duvar gazetesi olmaktan çıkarıp artık gerçek bilimsel yayınlara dönüştürmenin zamanı geldi" de geçti bile!




Yrd. Doç. Dr. Fatih Gürsul 

Newsweek Türkiye - 14 Kasım 2010

ODTÜ Enformatik Enstitüsü' nce 2010'da hazırlanan, tıp fakülteleri hariç "Türkiye'nin en iyi üniversiteleri" sıralaması hayli ilginç; çünkü çarpıcı bir tablo ortaya çıkıyor. Listede Çankaya Üniversitesi 11., Atılım Üniversitesi 13., Niğde Üniversitesi 15., Bartın Üniversitesi 22., Batman Üniversitesi 24. sırada yer alıyor. Buna karşın, özellikle hukuk alanında ülkemizin en iyileri arasında gösterilen Galatasaray Üniversitesi'nin 25. olması araştırma ile ilgili insanı işkillendirmeye başlıyor. Esas alınan parametrelerde 2000-2008 arası toplam yayın ve bu yayınlara yapılan atıf sayısı var. Sayalım da, acaba bu kriterler nitelik açısından nerede duruyor?
Sıralamanın başındaki üniversitelerde akademik kariyer için "Science Citation Index (SCI)", "Social Sciences Citation Index (SSCI)" gibi dizinlerce taranan dergilerde belirli sayıda makale yayınlamak zorunlu. Söz konusu listeler, dünyanın önde gelen bilim dergilerinin dâhil edildiği uluslararası veri tabanlarına sahip. Ama akademik çıtayı yükseltmesi düşünülen bu karar kimi durumlarda çabuk yükselmek için hızlı ve niteliksiz yayınların doğmasına da sebep olabiliyor. Ya da yeterli yayınınız olmadığı takdirde daha düşük kadrolarda çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Örneğin bazı üniversitelerde doçent unvanı olduğu halde kimi öğretim üyeleri araştırma görevlisi kadrosunda çalışıyor. Zira bu kişilere "Üniversitelerarası Kurul" tarafından doçentlik verilmesi, çalıştıkları üniversitede doçent olarak görev yapmalarına yetmiyor. Peki, üniversite yönetimlerinin bu politikasının üniversiteye, ülkemize ya da bilime katkısı ne? Dr. Umut Al'ın Avrupa Birliği ülkeleri ve Türkiye'nin yayın ve atıf performanslarını incelediği, 2009 tarihli çalışmasına bakılırsa sonuçlar çok acı verici.

"Essential Science Indicators (ESI)" verilerine göre Türkiye 116.296 yayın ile en fazla sayıda yayın yapan ülkeler arasında. Ama yayınlara yapılan atıf sayısı dikkate alındığında AB üyesi 30 ülke arasında sadece Romanya'yı geride bırakabilmiş. Dr. Al'ın başka bir araştırmasındaki örnek ise daha da çarpıcı. Türkiye'nin en fazla yayın yaptığı alan klinik tıp. Bu alanda yayın yapan 106 ülkeyi kapsayan listede Türkiye 25.366 yayın ile yayın sayısına göre yapılan sıralamada 14. Ama yayınlara yapılan atıf sayısına göre 102. sırada.Yani Türkiye'deki yayınlar, bilimsel alana katkı sağlamaktan çok makalenin yazarına katkı sağlıyor.
Ülkede fazla olmasa da SCI, SSCI veya A&HCI (Arts and Humanities Citation Index) tarafından taranan bazı dergiler mevcut. ODTÜ'nün araştırmasında ilk sıraları paylaşan iki üniversitenin eğitim alanında yayın yapan dergilerinden biri SSCI, diğeri EBSCO'nun dizininde yer alıyor. Son 10 yıldır bu dergilerde yayınlanan makalelerin yazarlarını incelediğinizde, yazarlar arasında çıkar ilişkisi olup olmadığını, kimlerin isimlerinin sık sık tekrarlandığını, kimlere hatır atfı yapıldığını görebiliyorsunuz. Dr.Al'ın 2008 tarihli "Türkiye'nin Bilimsel Yayın Politikası" isimli doktora çalışmasına göre SSCI ve SCI dizinlerinde, Türk yazarların makalelerinin en çok yine Türk dergilerinde yayınlandığını fark etmek düşündürücü. Demek ki ülkede uluslararası yayınlara makale kabul ettirebilen bilim insanı sayısı çok fazla değil. Örneğin, Dr. Al, SCI atıf dizinlerinde en çok yayın yapılan dergiler sıralamasında ilk 20'de yer alan Journal of Dental Research adlı dergide sadece dört makalenin Türk yazarlara ait olduğunu saptıyor. Anlaşılan, uluslararası yayın yaptığı düşünülen birçok akademisyen aslında kendi dergilerinde, kendi ülkelerinde, kendi dünyalarında yayınlarını yayınlıyor. İşte akademik çeteleşmeye zemin tam da burada başlıyor. Bazı gruplar söz konusu akademik gücü kullanarak istedikleri akademisyene vize verip doçent ve profesör yapabiliyor ya da istemedikleri için bekletme kozunu kullanıyorlar.
Ayrıca biliyoruz ki akademik çeteler arasında büyük kavgalar da söz konusu. Yani makale yayınlatmak için bu dergilere müracaat ettiğinizde dergi yönetimi akademik çevrenizle iyi ilişkilere sahip değilse ya da çıkar çatışması varsa yayınlanmasını yıllarca bekleyebilirsiniz. Makaleyi gönderdikten 2 yıl sonra "çalışmanız dergi standartlarımıza uygun olmadığından kabul edilmemiştir" şeklinde bir yazı alabilirsiniz. Amaç dâhil olduğunuz akademik grubu yıpratmak ve engellemek olabilir.
Akademik yükselme kriterlerinden birinin de atıf olmasının kaliteyi yükselteceği açık. Fakat nicelikten çok akademik niteliğe ağırlık verilmeli. Başka bir deyişle, Türkiye'de yayın yapan uluslararası dergileri, belirli akademisyenlerin sadece kendi makalelerini yazdığı duvar gazetesi olmaktan çıkarıp artık gerçek bilimsel yayınlara dönüştürmenin zamanı geldi.
(Yrd. Doç. Dr. Gürsul, İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi.)

1 yorum:

  1. Azizim guzel demissinde ssci-sci gibi vertabanlari artik kistas olmaktan cikmali. Tubitak Ulakbim ne gune duruyor. Biz bi sistem belirleyelim elin Abd sinden bize ne?

    YanıtlaSil