15 Şubat 2015 Pazar

Son günlerdeki hissiyatımdır. Sadece paylaşmak istedim. Arz ederim.

Arkadaşım, bu ülkenin hatta dünya nüfusunun yarısını oluşturuyorsan, daha başka, daha etkili, daha sonuca yönelik birşeyler yapmak gerekir.

Geçen gün Beşiktaş Sarıyer otobüsünde, bir kadın kendisini rahatsız eden, daha açık ve amiyane tabirle fortçuluk yapmaya yeltenen bir adamı sert biçimde ikaz etti. Adam, az geri çekilip gözlerini yere dikti ama başka hiçbir şey yapmadı. Balık istifi gibi tıklım tıkış otobüste, kadınlı erkekli bir iki cılız ses dışında başka hiç bir tepki gelmedi. Ben de dahil, bir çok kişi şüpheli bakışlarla adamı süzmek dışında tepkisini göstermek için hiç birşey yapmadı. İki durak sonra adam, kendine bağıran kadından daha uzak bir köşede yoluna devam ederken, olay çoktan unutulmuştu bile. Kadın otobüsten indi, bir kaç durak sonra ben de indim. Ama tüm gün tepki göstermemenin ezikliğini atamadım üzerimden. Adamın aynı gün aynı otobüste, mesela dönüş yolunda okulların dağılma saatinde elleyip, yaslanacağı okullu kızların çaresizliğinde, mahcubiyetinde benim de suçum olduğunu düşündükçe geçmek bilmedi gün. Ne fayda! Başka bir gün, başka bir minibüste o fortçudan daha azgın, daha pervasız bir hayvan başka bir okullu kızın canını aldı işte.
Ne fayda! Pazartesi kadınlar siyahlara bürünecek, bu vahşeti kınayan erkekler de onları destekleyecek. Sonra olayın gerçekleştiği ilçedeki gençlik merkezine kurbanın adı verilecek. Ama inanın üç beş yıl sonra o merkeze giden gençler bile bu adın nereden geldiğini bilmeyecek bile. Tabii o zamana o ad kalırsa...
E başka n’apacağız ki! Hiç mi tepki vermeyelim, sosyal medyada lanetler yağdırmayalım. Yok, o değil demek istediğim. Sosyal medya sayesinde en azından eskisinden daha çabuk haberdar oluyoruz bu tür olaylardan. Çoğu, eskisi gibi yaşandığı mahallenin, ilçenin, ilin sınırları içinde tarihe gömülmüyor. İnsanlar en azından tepkilerini, acılarını dile getirip, paylaşıyor da az da olsa toplumsal bir farkındalık oluşuyor. Ama işte, az da olsa.... Sadece bu kadar. Sonra herşey devam ediyor eskisi gibi. İçim kanıyor, canım yanıyor yazdıktan, yazılanları onayladıktan, beğendikten sonra kahvemizi içmeye, alışverişe, işe, güce, yaşamaya devam ediyoruz. Doğrusu az da olsa vicdanımızı rahatlatmanın, hiç tepkisiz kalmamanın getirdiği ferahlıkla, yalan mı? Bu açıdan, şu sosyal medya paylaşımlarının biraz gaz alma aracına dönüştüğünü düşünüyorum.
Başka birşey yapılamaz mı sahi? Bldiğimden değil, inanın bir önerim olsa, durmam yaparım zaten. Ama ben de herşeyden azıcık bilen, olan biten karşısında bir fikri olsa da konu derinleştiğinde yetersiz kalan, tek başına yüksek sesle tepki vermekten utanan, zaman zaman tepki göstermek için sokaktaki kalabalığa karışsa da ondan fazlasını beceremeyen biriyim işte. Ortalama çoğunluk gibi. Her seferinde bu kez başka, düzeni gerçekten kökten değiştirecek, günlük hayata dokunacak bir öneri gelse de koşarak ardına düşsem diye geçiriyorum. Olmaz mı? Niye?
Bu ülkenin, hatta dünya nüfusunun yarısı değil mi kadınlar? Şimdi sosyal medya kadınların “dolmuşta, minibüste son yolcu olarak kalmaktan çekiniyorum, evde tek başınayken yemek siparişi veremiyorum” içerikli yazılarından geçilmiyor. Doğru, aynı şeyleri hissediyorum, benzer tecrübeler yaşıyorum her gün. Peki bunu dile getirmekten başka yapabileceğimiz birşey yok mu sahi?
Başta eğitim sistemi, bu bakışa çanak tutuyor diyor bir bilim insanı. “Daha ilkokul kitaplarında kadının anneliği yüceltiliyor, önceliği olarak çocuk bakımı ve ev işleri gösteriliyor” diye yazıyor. Doğru. Sonra çalışan anneler kronik vicdan azabıyla yaşıyor bu anlayışın bir sonucu olarak. Değişti mi bilmem, benim zamanımda okul yönetimleri kız öğencilerin etek boyuna, saçlarının şekli şemaline öyle takmıştı ki bu takıntı öğrencilerin matematik başarılarına yönelse, bugün PISA’da ilk üçe girmiştik çoktan. E, bu sistemi değiştirmek için şu koca ülkenin yarı nüfusu birşey yapamaz mı sahiden? Müfredat bu tür cinsiyetçi yaklaşımlardan temizlenmedikçe çocuklarımızı okula göndermiyoruz dese anneler, hatta babalar. İki gün çocuklar gitmeyiverse okula, politika yapıcılar, uzmanlar yeni bir öneri geliştirmez mi yine de?
Ya da kadının sesini, yürüyüşünü hatta gebeliğini “şuh ve tahrik edici” olduğunu rahatlıkla beyan edenler, dahil oldukları partilerden, kurumlardan dışlanmadıkça o partilerle, kurumlarla ilişiğimizi kessek, beyan sahipleri ne diyeceklerini bir kez daha düşünüp de ona göre ayar vermezler mi konuşmalarına... Hah, şimdi de AKP karşıtı diye yaftalanacağım di mi bu düşüncemden ötürü? Halbuki aynı tepkiyi muhalefete de gösterse şu nüfusun ve oy verenlerin yarısı. Vekil sayısını, toplumdaki dağılıma göre belirlemeyen, kadına yönelik etkili politikalar geliştiremeyen tüm partilere karşı göstersek tepkimizi? Ne var, mesela önümüzdeki seçimlere yönelik böyle bir manifesto hazırlasa bu konuda daha bilgili, daha yaratıcı olan birileri ve biz de arkasında dursak bu manifestonun. Ama ciddiye alınacak, politikaları değiştirecek kadar sağlam ve kararlı bir biçimde...
Gelelim minibüs, dolmuş korkumuza. İki gün binmeyiversek minibüse, dolmuşa, tacize uğrama riski olan toplu taşıma araçlarına. İşe, okula, alışverişe gitmesek ya da otomobil sahibi arkadaşlar el atsalar duruma. Ne mi olur? İnanın bilmiyorum. Ama kadınların kendilerini daha güvende hissedecekleri, kolayca taciz edilemeyecekleri bir uygulamanın gerekirse hemen icat ediverileceğinden eminim. Elbette “Pembe otobüs” gibi akla zarar, cinsiyetçiliği iyice körükleyen bir uygulama değil söz ettiğim. Ama bir yandan da pembe otobüs uygulaması başlasa, önce kadınların koşarak bu araçlara bineceğinden korkuyorum. “Bak pembe otobüse binmiyor; çünkü aranıyor, çünkü istiyor, çünkü arsız, dinsiz, ahlâksız” yaftasını yememek için...

Ülkenin, hatta dünya nüfusunun yarısı olma fikri elbette yeni bi tespit değil. Hatta bu konuda böyle de güzel bir kitap var. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder