Arkadaşım,
bu ülkenin hatta dünya nüfusunun yarısını oluşturuyorsan, daha başka, daha
etkili, daha sonuca yönelik birşeyler yapmak gerekir.
Geçen gün Beşiktaş Sarıyer otobüsünde, bir
kadın kendisini rahatsız eden, daha açık ve amiyane tabirle fortçuluk yapmaya
yeltenen bir adamı sert biçimde ikaz etti. Adam, az geri çekilip gözlerini yere
dikti ama başka hiçbir şey yapmadı. Balık istifi gibi tıklım tıkış otobüste,
kadınlı erkekli bir iki cılız ses dışında başka hiç bir tepki gelmedi. Ben de
dahil, bir çok kişi şüpheli bakışlarla adamı süzmek dışında tepkisini göstermek
için hiç birşey yapmadı. İki durak sonra adam, kendine bağıran kadından daha
uzak bir köşede yoluna devam ederken, olay çoktan unutulmuştu bile. Kadın otobüsten
indi, bir kaç durak sonra ben de indim. Ama tüm gün tepki göstermemenin
ezikliğini atamadım üzerimden. Adamın aynı gün aynı otobüste, mesela dönüş
yolunda okulların dağılma saatinde elleyip, yaslanacağı okullu kızların
çaresizliğinde, mahcubiyetinde benim de suçum olduğunu düşündükçe geçmek
bilmedi gün. Ne fayda! Başka bir gün, başka bir minibüste o fortçudan daha
azgın, daha pervasız bir hayvan başka bir okullu kızın canını aldı işte.
Ne fayda! Pazartesi kadınlar siyahlara
bürünecek, bu vahşeti kınayan erkekler de onları destekleyecek. Sonra olayın
gerçekleştiği ilçedeki gençlik merkezine kurbanın adı verilecek. Ama inanın üç
beş yıl sonra o merkeze giden gençler bile bu adın nereden geldiğini bilmeyecek
bile. Tabii o zamana o ad kalırsa...
E başka n’apacağız ki! Hiç mi tepki vermeyelim,
sosyal medyada lanetler yağdırmayalım. Yok, o değil demek istediğim. Sosyal
medya sayesinde en azından eskisinden daha çabuk haberdar oluyoruz bu tür
olaylardan. Çoğu, eskisi gibi yaşandığı mahallenin, ilçenin, ilin sınırları
içinde tarihe gömülmüyor. İnsanlar en azından tepkilerini, acılarını dile
getirip, paylaşıyor da az da olsa toplumsal bir farkındalık oluşuyor. Ama işte,
az da olsa.... Sadece bu kadar. Sonra herşey devam ediyor eskisi gibi. İçim
kanıyor, canım yanıyor yazdıktan, yazılanları onayladıktan, beğendikten sonra
kahvemizi içmeye, alışverişe, işe, güce, yaşamaya devam ediyoruz. Doğrusu az da
olsa vicdanımızı rahatlatmanın, hiç tepkisiz kalmamanın getirdiği ferahlıkla,
yalan mı? Bu açıdan, şu sosyal medya paylaşımlarının biraz gaz alma aracına
dönüştüğünü düşünüyorum.
Başka birşey yapılamaz mı sahi? Bldiğimden
değil, inanın bir önerim olsa, durmam yaparım zaten. Ama ben de herşeyden
azıcık bilen, olan biten karşısında bir fikri olsa da konu derinleştiğinde
yetersiz kalan, tek başına yüksek sesle tepki vermekten utanan, zaman zaman
tepki göstermek için sokaktaki kalabalığa karışsa da ondan fazlasını beceremeyen
biriyim işte. Ortalama çoğunluk gibi. Her seferinde bu kez başka, düzeni
gerçekten kökten değiştirecek, günlük hayata dokunacak bir öneri gelse de
koşarak ardına düşsem diye geçiriyorum. Olmaz mı? Niye?
Bu ülkenin, hatta dünya nüfusunun yarısı değil
mi kadınlar? Şimdi sosyal medya kadınların “dolmuşta, minibüste son yolcu
olarak kalmaktan çekiniyorum, evde tek başınayken yemek siparişi veremiyorum” içerikli
yazılarından geçilmiyor. Doğru, aynı şeyleri hissediyorum, benzer tecrübeler
yaşıyorum her gün. Peki bunu dile getirmekten başka yapabileceğimiz birşey yok
mu sahi?
Başta eğitim sistemi, bu bakışa çanak tutuyor
diyor bir bilim insanı. “Daha ilkokul kitaplarında kadının anneliği
yüceltiliyor, önceliği olarak çocuk bakımı ve ev işleri gösteriliyor” diye
yazıyor. Doğru. Sonra çalışan anneler kronik vicdan azabıyla yaşıyor bu
anlayışın bir sonucu olarak. Değişti mi bilmem, benim zamanımda okul
yönetimleri kız öğencilerin etek boyuna, saçlarının şekli şemaline öyle
takmıştı ki bu takıntı öğrencilerin matematik başarılarına yönelse, bugün
PISA’da ilk üçe girmiştik çoktan. E, bu sistemi değiştirmek için şu koca
ülkenin yarı nüfusu birşey yapamaz mı sahiden? Müfredat bu tür cinsiyetçi
yaklaşımlardan temizlenmedikçe çocuklarımızı okula göndermiyoruz dese anneler,
hatta babalar. İki gün çocuklar gitmeyiverse okula, politika yapıcılar,
uzmanlar yeni bir öneri geliştirmez mi yine de?
Ya da kadının sesini, yürüyüşünü hatta gebeliğini “şuh ve tahrik edici” olduğunu rahatlıkla beyan edenler, dahil oldukları partilerden, kurumlardan dışlanmadıkça o partilerle, kurumlarla ilişiğimizi kessek, beyan sahipleri ne diyeceklerini bir kez daha düşünüp de ona göre ayar vermezler mi konuşmalarına... Hah, şimdi de AKP karşıtı diye yaftalanacağım di mi bu düşüncemden ötürü? Halbuki aynı tepkiyi muhalefete de gösterse şu nüfusun ve oy verenlerin yarısı. Vekil sayısını, toplumdaki dağılıma göre belirlemeyen, kadına yönelik etkili politikalar geliştiremeyen tüm partilere karşı göstersek tepkimizi? Ne var, mesela önümüzdeki seçimlere yönelik böyle bir manifesto hazırlasa bu konuda daha bilgili, daha yaratıcı olan birileri ve biz de arkasında dursak bu manifestonun. Ama ciddiye alınacak, politikaları değiştirecek kadar sağlam ve kararlı bir biçimde...
Ya da kadının sesini, yürüyüşünü hatta gebeliğini “şuh ve tahrik edici” olduğunu rahatlıkla beyan edenler, dahil oldukları partilerden, kurumlardan dışlanmadıkça o partilerle, kurumlarla ilişiğimizi kessek, beyan sahipleri ne diyeceklerini bir kez daha düşünüp de ona göre ayar vermezler mi konuşmalarına... Hah, şimdi de AKP karşıtı diye yaftalanacağım di mi bu düşüncemden ötürü? Halbuki aynı tepkiyi muhalefete de gösterse şu nüfusun ve oy verenlerin yarısı. Vekil sayısını, toplumdaki dağılıma göre belirlemeyen, kadına yönelik etkili politikalar geliştiremeyen tüm partilere karşı göstersek tepkimizi? Ne var, mesela önümüzdeki seçimlere yönelik böyle bir manifesto hazırlasa bu konuda daha bilgili, daha yaratıcı olan birileri ve biz de arkasında dursak bu manifestonun. Ama ciddiye alınacak, politikaları değiştirecek kadar sağlam ve kararlı bir biçimde...
Gelelim minibüs, dolmuş korkumuza. İki gün
binmeyiversek minibüse, dolmuşa, tacize uğrama riski olan toplu taşıma
araçlarına. İşe, okula, alışverişe gitmesek ya da otomobil sahibi arkadaşlar el
atsalar duruma. Ne mi olur? İnanın bilmiyorum. Ama kadınların kendilerini daha
güvende hissedecekleri, kolayca taciz edilemeyecekleri bir uygulamanın
gerekirse hemen icat ediverileceğinden eminim. Elbette “Pembe otobüs” gibi akla
zarar, cinsiyetçiliği iyice körükleyen bir uygulama değil söz ettiğim. Ama bir
yandan da pembe otobüs uygulaması başlasa, önce kadınların koşarak bu araçlara
bineceğinden korkuyorum. “Bak pembe otobüse binmiyor; çünkü aranıyor, çünkü
istiyor, çünkü arsız, dinsiz, ahlâksız” yaftasını yememek için...
Ülkenin, hatta dünya nüfusunun yarısı olma fikri elbette yeni bi tespit değil. Hatta bu konuda böyle de güzel bir kitap var. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder